8 Ocak 2014 Çarşamba

SELÇUKLULARDA SOSYO-EKONOMİK YAPI


Selçuklular Hazar Denizi ile Aral Gö-lü'nün kuzeyindeki bozkırlarda yaşayan Oğuzlar'ın Kınık boyuna mensupturlar. X. yüzyılın sonlarına doğru müslüman olarak İslâm ülkelerinde askeri hizmetlere girdi­ler. Horasan eyaletinde Gazneliler'le nüfuz mücadelesi yaparak bölgeye hakim oldu­lar.
Tuğrul Bey'in sultan Unvanı almasıyla
XI. yüzyılın ortalarında Abbasî halifeliği­nin koruyucusu olarak Şiî Büveyhî Devle-ti'nin hakimiyetine son verdiler. Bu şekilde oluşan Büyük Selçuklu Devleti (429-590/1038-1194) yılları arasında, Tuğrul Bey'in yeğeni Kavurd'un kurduğu Kirman Selçukluları (440-582/1048-1186) Me-likşah'ın kardeşi Tutuş'un kurduğu Suriye Selçukluları (471-511/1078-1117) yine Selçuklu soyundan Süleyman'ın kurduğu Anadolu Selçukluları (470-707/1075-1318) tarihleri arasında hüküm sürmüşler­dir.
Selçukluların tarih sahnesine çıktıkları XI. yüzyılın başlarında İslâm dünyası Orta Asya'daki nüfus artışı ve göç hareketlerinin etkisi altındaydı. Selçuklu Devleti öncelik­le bir göç teşkilatı olarak doğarken hem İslâm devletinin, hem de eski Türk gelenek­lerinin mirasçısı durumundaydı. Bu iki un­sur çatıştığında eğilim, İslâm ilkelerinin tercihiydi. Bunlar arasında en önemlisi İsl­âm'ın getirdiği birlik (tevhid, vahdet) anla­yışıyla çelişen eski Türk aşiret geleneğiydi. Bu gelenek siyasi parçalanma getiriyor, hem devletler daha kurulurken birkaç par­çaya ayrılıyorlar, hem de aşiretler zaman zaman devletin birliği için tehdit unsuru olabiliyorlardı.
Selçuklu devletinin kurucusu olan Tuğ­rul Bey de başlangıçtan beri Uniter ve mer­keziyetçi bir devlet oluşturmaya çalışmışsa da, yukarıda belirttiğimiz gelenekler etkisi­ni göstererek devlet daha kuruluş dönemin­de üçe ayrılmıştı.
Alpaslan birliği ve merkeziyetçiliği bü­yük ölçüde sağlamıştı. Devlet bu hedefi gü­derek XI. yüzyılda Anadolu'ya yönelen Türkmen aşiretleri parçalayarak iskân et­mişti.
Büyük Selçuklu Devletinin Doğu Tür­kistan'dan Marmara kıyılarına, Kafkaslar­dan Basra körfezine kadar nüfuz sahası var­dı. Malazgirt savaşı (1071) ve Anadolu Sel­çuklu Devleti'nin kuruluşu (1075)nu takip eden yıllar Türkmen göçmenlerin Anado­lu'yu yurt edindikleri dönemdir. Özellikle 1097-1176 arasında bu kitleler Bizanslılar ve Haçlılarla yoğun ilişki ve savaş halinde olmuşlardır. Sal tuk, Sökmen ve Daniş-mentlilergibi Doğu ve Orta Anadolu'da Bü­yük Selçuklu Devleti'ne bağlı olarak kuru­lan beylikler daha sonra Anadolu Selçuklu Devleti'ne tabi olmuşlardır.
1176'daki Miryakefalon savaşıyla Bİ-zanslılar'ın mağlup edilmesi Anadolu'daki Selçuk nüfuzunu pekiştirmiştir. 1176-1277 dönemi; Anadolu Selçuklularının gelişme ve refah dönemidir. Beylikler tamamen devlet sınırlan içine alınmış, Anadolu ticari bölge olma özelliğini yeniden kazanmıştır. Sultan II. Süleyman Şah XIII. yüzyılın baş­larında ülkenin şehzadeler arasında bölü­şülmesi uygulamasına son vererek merkezi ve üniter devlet yolunda önemli bir adım at­mıştır.
Selçuklular 1204'te Bizans'ın latinler eline geçmesiyle özellikle İtalyan ticaretin­deki avantajlarını artırmışlardır. Antalya (1207) ile Sinop'un (1214) fethi ve Alaiye limanının inşası ile devlet Akdeniz ve Kara­deniz'de üç önemli liman elde ederek, Av­rupa ile doğrudan ticaret imkanına kavuş­muştur. Daha sonraki yıllarda yapılan deniz ve kara fetihleri ticari yapıyı da kuvvetlen­dirmiştir.
Bu arada Doğu'daki Moğol baskısı Tür­kiye'ye doğru yeni bir göç hareketi başlat­mıştı. Babaîler isyanından (1240) sonra Moğollar Anadolu'ya girip Selçuklu ordu-
sunu yenmişlerdir (Kösedağ 1243). Ancak Anadolu'nun doğrudan Moğol ilhanlı nüfu­zuna girdiği 1277 yılma kadar bu refah dö­nemini genişletmek kabildir.
1277-1318, Anadolu Selçuklu Devle­ti'nin çöküş dönemidir. Klasik toprak düze­ni yıkılmış, ticaret gerilemiş, beylikler önemlerini arttırmışlardır.


Nüfus ve Yerleşim


Büyük Selçuklu Devleti bîr göç organi­zasyonu idi. Orta Asya'da artan nüfus, bu devletin Önderliğinde Anadolu'ya yöneltil­di. Büyük göç hareketi Anadolu'nun etnik yapısını tamamen değiştirmiştir. Bizans Anadolu'sunun nüfusu az idi. Bizanslılar'in yenilgileri ve bazı yerli-Rum nüfusun Bal-kanlar'a kayması da etnik yapının değişme­sinde etkili olmuştur. Anadolu Selçuklu Devleti ilk nüfus hareketi sonunda kurul­muştu. İkinci büyük göç dalgasını ise XIII. yüzyılın başlarından itibaren Moğollar'm Batı'ya doğru sıkıştırdıkları kitleler oluştur­muşlar ve Anadolu'nun sahil kesimleri de Türkleşmiştir. Daha XII. yüzyılın ilk yan­sında Batı kaynaklarının Anadolu'dan Tur-kia diye bahsetmeleri bunun kapsam ve et­kisini gösterir.
Selçuklu iktisadi siyaseti vasıflı işgücü­nün, fethedilen yerlere nakil ve iskân edil­mesini gerektiriyordu. Öte yandan Do ğu'dan gelen nüfus baskısı Anadolu'ya ge­len göçmen kitleleri arttınyordu. XIII. yüz­yılın başlarındaki yeni göç dalgası Selçuklu Devleti'ni yeni gelen kitleleri yerleştirme hususunda zorluğa itti. Yine yerleşik olan­larla göçebeler, arasında zaten var olan çe­lişki ve ihtilaf arttı. Bunun kaynağı hem gö­çebelerin yerleşiklerin toprak veya hayvanlanna zarar vermeleri, hem de göçebelerin hayvanlarına otlak aramalarıydı. Devlet yerleşiklerin yanındaydı. Türkmen göçebe­lerin bir hareketi olan Babaîler isyanı (1240) bu çelişkinin bir sonucudur.
Yerleşik halkın yaşadığı köy ve şehirler­de ahi teşkilatı önemliydi. Selçuk şehirleri tıpkı diğer îslâm şehirleri gibi, Ortaçağ Batı şehirlerinde görülen özerkliğe sahip değil­lerdi. Bunlar merkezi devlete bağlıydılar. Moğol istilası Anadolu şehirlerinde, Orta-asya, İran ve Irak şehirlerindeki gibi tahri­bat yapmamıştır. Bunun yanında merkezî otorite oldukça zayıflamıştır ve en teşkilatlı ve disiplinli kurum olarak ahiler kalmışlar­dır. Ahiler geçiş dönemlerinde bazı Anado­lu şehirlerinin yönetimini doğrudan üstlen­mişlerdir.


Toprak Düzeni (ikta) ve Zirai Yapı


Toprak düzeni ikta usulüne dayanıyor­du. Ücta, Hz. Peygamber döneminde toprak­ların işletilmek üzere kişilere verilmesi an­lamına geliyordu. Bu sistem zaman içeri­sinde ordu mensupları gibi devlet memurla­rının geçimlerini bu toprak vergilerinden (veya kiralarından) elde etmelerini de kap­sayacak şekilde genişledi. Selçuklular'a ge­lince ikta'dan artık bu anlaşılıyordu.
İkta edilen topraklarda soyut mülkiyet (rakabe) devletin; intifa (kullanım) hakkı da toprağı İşleyenlerindir. İkta sahipleri denen askerler vs. ise hizmetlerinin devamı ve toprağa nezaret etmek şartıyla maaşlarını kanunnamelerle tesbit edildiği şekilde bu toprakların vergilerinden elde eden memur­lar durumundaydılar.
Büyük Selçuklular'da büyük iklalara izin veriliyordu. Bunların sahipleri adeta
küçük bir hükümdar gibiydiler. Bu da aşi­retlerin gücüne henüz Önem veren bölün-meci zihniyetin bir tezahürüdür. Oysa Ana­dolu Selçuklularında ve daha sonra Os-manhlar'da iktalar küçülmüştür. İkta sahip­lerinden sonra bunların çocuklarına vazife­lerinde ilk kademeyi teşkil eden iktalar ve­rilmekte, terfılerle kazandıkları kısımlar ise devlete geçmekte, yahut o vazife ile yeni ta­yin olunana verilmekteydi. îkta sahipleri­nin köylülerle ilişkileri kanunlarla düzen­lenmiştir. Eğer gerekirse sipahilerin ellerin­den iktaları alınır ve bunlar cezalandırılır­dı.
Bunalım döneminde bu çerçeve de bo­zulmuş olmakla birlikte sistem, beylikler aracılığı ile Osmanlılar'da da tatbik edil­miştir.
İkta sistemi içerisinde Selçuk Türkiye-si'nde yeterli miktarda buğday, pirinç, yulaf ve pamuk tarımı yapılıyordu. Göçebelerin asıl meşgalesi ise hayvancılıktı. Şehir ve kasabalann yakınlarında meyvecilik ve sebzecilik yapılmaktaydı. Bazı hayvan ve ürünleriyle, kurutulmuş meyve ihracaatı Önemliydi.


Ticaret


Selçukluların sağlamış oklukları siyasi birlik ortamı içerisinde ticari faaliyetler ge­lişmişti. Ticareti iç, dış ve transit ticaret ola­rak üç kısımda ele alabiliriz.
Şehir hayatının gelişmesiyle iç ticaret arasında bir etkileşim vardır. Perakende ti­carette açık ve kapalı çarşılar, toptan tica rette hanlar önemlidir. Açık veya kapalı çarşılardaki dükkanlarda esnaf üretim ve perakende ticaret ile meşgul oluyorlardı. Tüccar zümresi iç ve dış ticarete katılan
kervanları donatan, mal ithal eden ve sınai faaliyetleri ticarete yönelik olarak düzenle­yen müteşebbis bir zümredir. Pazarlar ve panayırlar devletin himaye ve denetimi al­tındadır. Aynî ve nakdî mübadeleler yan yana cereyan eder. Pazarın güvenliğini te­min için tedbirler alınır.
Selçuklu Türkiyesi'nde transit ticaret ül­keye oldukça gelir getirir. Ticaret yolların­da sürekli olarak işleyen kervanların güven­liklerini ve barınmalarını sağlamak ama­cıyla bir kervansaray şebekesi oluşturul­muştur. Doğu ticaret yollarının bir kısmının Anadolu'dan geçmesi; ülkenin ticari önemini arttırdığı gibi, devlet, tüccarların uğradıkları zararı tazmin eden bir ticaret si­gortası sistemi de kurmuştu. Bu yüzden ül­ke özellikle 1243 Kösedağ savaşından önce tüccarları kendine çekiyordu.
Anadolu Selçuklu ekonomisi Akdeniz ve Karadeniz'e açılınca doğrudan Avrupa ile ticari ilişkiler kurmuştu. Fakat Selçuklu devleti bir deniz devleti olacak süreye sahip olmadığından deniz ticaretini koruma im­kanından yoksundu. Bu yüzden kara ticare­ti daha önemliydi. Hatta İstanbul, Alaşehir, Bursa ve İznik gibi Bizans şehirlerinde Türk kolonileri vardı.
Anadolu, Avrupa ile olduğu kadar Arap ülkeleri ve Hindistan ile de ticarette bulunu­yordu. Yapılan ticaret antlaşmalarıyla para basımında kullanılan kıymetli maden ihra­catı yasaklanırken ithalat teşvik ediliyordu. Anadolu birçok malın ithal ve ihraç edildi­ği, mal bolluğunun var olduğu bir açık eko­nomi görünümündeydi. Umumiyetle pa muklu ve yünlü dokuma ürünleriyle gıda maddeleri ihraç edilirken bazı savunma araçlarıyla lüks maddeler ithal ediliyordu.
Dış ticaretin genişlemesi ülkede fuarların kurulmasına yol açmıştı. Bunlar umu­miyetle şehrin uzağında, yabanda kurul­dukları için "yabanlu" adını alıyorlardı. Arap, Acem, Avrupalı vs. tüccarlar malları­nı burada mübadele ederlerdi. Şehrin giriş­lerinde de göçebe Türkmenlerin hayvan ürünü satıp mamul madde aldıkları Türk­men pazarları ile liman şehirlerinde büyük pazarlar kurulmaktaydı.
XIII. yüzyıl sonlanyla XIV. yüzyıl baş­larında dış ticarette de bir durgunluk baş-göstermiştir. Zira Bizans, Memlûkler ve İl­hanlılar gerileme içerisindeydiler.

Ahiler ve Esnaf


Selçuklu sanayii ziraat, hayvancılık ve madenciliğe dayanıyordu. Pamuklu, ipekli ve yünlü dokuma, deri, boya, çini, bazı harp araçları, gemi inşa sanayileri önemlidir. Ti­caret ve sanayi kesimleri fütüvvet ve ahilik ilkelerine dayanan esnaf birlikleri tarafın­dan teşkilatlanmıştır. Yine bu gelenek köy kesiminde de etkiliydi. Fütüvvet önceleri sadece cömertlik, misafirperverlik ve kah­ramanlık boyutlarına sahip iken zamanla îslâmî, tasavvuf! derinlikler kazanmıştır. Fütüvvet ülküleri Anadolu'da XII. yüzyılın sonlarında "ahilik" başlığı altında kurum­laşmaya başlamıştır.
Ahi zümreleri büyük şehirlerde çeşitli gruplar halinde teşkilatlanmışlardı ve her esnaf zümresinin ayn bir zaviyesi vardı. Eğer bir esnaf zümresi bir zaviyeye sağma­yacak kadar kalabalık ise, şehrin çeşitli yer­lerinde zaviyeler açıyor, bazan da bir teşek­külü besleyemeyecek kadar az miktarda olanlar bir zaviyede toplanıyorlardı. Esnaf ahlâk ve zihniyeti, genel zihniyetin bir yan­sıması olarak, kanaatkar, dayanışmacı, diğergamdır.
Mal fiyatları, ücretler, standartlaşma vs. konularında esnaf birliklerinin rolü önemli­dir.

Para ve Fiyatlar


Anadolu yurt edinilirken, tıpkı ilk îslâ-mî devirlerdeki gibi, yerli para sistemine dokunulmamış ve oldukça yumuşak bir ge­çiş gerçekleştirilmiştir. Bu yüzden Selçuk­lular, önceleri Bizans paralarını kullanmış­lardır. İlk Selçuklu gümüş parası XII. yüz­yılın ilk yansında, altın parası da aynı yüz­yılın ikinci yarısında basılmıştır.
Anadolu Selçukluları ticareti ve müba­dele hacminin genişletilmesini teşvik ederlerken, bununla uyumlu bir para politi­kası izliyorlardı. Kıymetli maden ve nakit para çıkışı yasaklanırken, girişi teşvik edil­miştir.
Selçuklularda da, ilk Islâmî devirlerdeki gibi, ondalık sistem hakimdi. Yani 10 dir­hem 1 dinara eşitti. Halk arasında dinara al­tın, dirheme (gümüşe) akçe deniyordu. Anadolu'nun İlhanlı Devletine katılmasıyla bir süre sonra paraların İlhanlı paralarına göre ayarlanmasını takiben, karşılığı olan kâğıt para tecrübesi gündeme gelmiştir. As­lında Asya'da kâğıt para uygulaması eski­dir. Mesela Çinliler ve Uygurlular kâğıt ve kumaş paralar kullanıyorlardı. İlhanlılar bu uygulamayı 1294'te İran'da da yapmışlar fakat halk, esnaf ve tüccarın direnmesi ve ti­cari hayatın felce uğraması sebebiyle bir haftada tedavülden kaldırılmıştı. Bu siste­min Anadolu'da da uygulanması için hazır­lıklar yapılmışsa da, huzursuzluğa sebep ol­ması yüzünden yürürlüğe konmamıştır. 1302'den sonra Selçuklu sultanlarının adını
taşıyan sikkeler piyasada görülmeyecektir. Türkmen beylikleri de geliştikçe para bas­mışlardır, fakat bunu kendi adlarına yapa­cak güce sahip olmadıklarından Moğol sis­temini izlemişlerdir.
Selçuklular döneminde para ekonomisi ve onun kredi işlemleri gibi sonuçlan varlı­ğını sürdürmüştür. Devletin son dönemini teşkil eden XIV. yüzyılın başlarında nüfu­sun gerilemesine paralel olarak görülen ta­lep düşüklüğü, fiyatların düşmesine ve ikti­sadî durgunluğa yol açmıştır.

Sosyal ve iktisadi Refah


Anadolu Selçuklularında XIII. yüzyıl başlarında sosyal ve iktisadi refah zirveye ulaşmıştı. Adil gelir dağılımı açısından ol­dukça kuvvetli bir orta tabakanın varlığını belirtebiliriz. Bu tabaka, ahiliğin teşkilat­landırdığı esnaf birlikleri ile ikta sistemi içerisinde yer alan sipahi ve köylüler tara­fından oluşturulmuştur.
Devlet ve özellikle vakıflar, sosyal ve ik­tisadi refahı arttırmaya yönelik bir çok yatı­rım yapmaktaydılar. Yeraltı ve yerüstü su kanalları, köprüler, ribatlar, medreseler, imaretler, kervansaraylar, hastahaneler, ha­mamlar vs. bunlara örnek olarak verilebilir. Yine bunlar Moğollar'ın (İlhanlıların) ilk zamanlarında zayıf bir duruma düşmüşler fakat, Moğolların müslüman olmasından sonra eski önemini kazanmışlardır.

Kamu Maliyesi


Büyük Selçuklular'ın yıllık gelirleri Ab-basiler'in yaklaşık 6 katı fazlaydı. Bu, Sel-çuklular'tn iktisadi kudret ve performansı nın yüksek olduğunu gösterebilir. Yine Selçuklular hesap ve bütçe geleneğinin olduğu bir bölgede hüküm sürmüşlerdir. Mali işle­re Divan-ı istifa bakmakta ve bu divanın başkanına müstevfî denmekteydi.
Anadolu Selçuklularının toprak gelirle­ri, Moğol istilasından sonra onda birine ka­dar düşmüştür.
İkta sistemi İçerisinde zirai vergiler ha­zineye girmeden sipahilerin maaşını teşkil ediyordu. Devletin, zekâtın servetten alınan % 2,5luk kısmının toplanmasında da bir ro­lü yoktu. Devlet zekâtın % 10 ürün vergisi (öşür) ile ilgiliydi. Şehirlerde toplanan en Önemli vergi, şehre giren ve çıkan metalar-dan alınan vergiydi. Bundan başka pazar­lardan, bac denen resimler toplanırdı. İlhan­lılar devrinde şehir vergilerine damga deni­yordu. Bu labır, damga vergisi şeklinde gü­nümüzde de yaşamaktadır. Bütün bu vergi ler çoğu zaman doğrudan devlet tarafından toplanmıyor, mukataa şekline getirilerek iltizam usulüyle toplanıyordu. Müslüman olmayanlardan alınan cizye de umumi ge­lirler arasında büyük bir yer tutuyordu.
Anadolu Selçuklu devletinin son zaman­larındaki iktisadi durgunluğun sebeplerin­den biri de, İlhanlılar'ın Anadolu üzerindeki malî baskılarıdır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder